İstihkak Davalarında İspat
Mülkiyet hakkı, hukuk kurallarının sınırları içerisinde sahibine en geniş yetkileri veren ayni bir haktır. İstihkak davası da mülkiyet hakkını korumak maksadıyla, malikin eşya üzerindeki mülkiyet hakkını, malını haksız olarak elinde bulunduran üçüncü kişilere karşı ileri sürebilmesini amaçlayan bir dava türüdür. Bu davayla birlikte malik, mülkiyet hakkına dayanarak malını haksız olarak elinde bulunduran üçüncü kişiden geri alabilmektedir. İstihkak davalarının esası mülkiyet hakkına dayandığından bu davalardaki ispat sorunu büyük önem taşımaktadır. Özellikle borçlunun elinde haczedilmiş olan bir mal hakkında üçüncü kişi istihkak iddiasında bulunduğundan bu malın gerçek sahibinin tespit edilmesi gerekir. Burada bir tarafta alacaklının menfaati diğer tarafta ise istihkak iddiasında bulunan üçüncü kişinin mülkiyet hakkı söz konusudur. Dolayısıyla bu iki menfaat arasındaki dengenin kurulabilmesi esasında ispat olgusuna bağlıdır.
A. İSTİHKAK VE İSTİHKAK DAVASI KAVRAMLARI
İstihkak sözcüğü esas olarak Arapça kökenlidir ve “hak ediş” “bir şey üzerinde hak iddiasında bulunma” anlamına gelmektedir.[1] İstihkak davaları, hem Medeni Kanun (TMK) hem de İcra İflas Kanunu’nda (İİK) kendisine düzenleme alanı bulmaktadır. İstihkak davaları esas olarak, TMK’nın 683’üncü maddesinde açıklanmıştır. Mülkiyet hakkına dayanan istihkak davasını ele alan bu madde, “Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Ayrıca TMK’nın 637 ile 639. maddeleri arasında “Miras Sebebiyle İstihkak Davaları” düzenlenmiştir. İlgili maddelerde, yasal veya atanmış mirasçıların terekeyi elinde bulunduran kimseye karşı mirasçılıktan doğan üstün hakkını ileri sürerek miras sebebiyle istihkak davası açılabileceği hususu düzenlenmiştir. Bunun dışında İİK’nın 96 ile 99. Maddeleri arasında da “Hacizde İstihkak Davaları” açıklanmıştır. Buna göre, hacizden doğan istihkak davaları, haczedilen bir malın üçüncü bir kişiye ait olduğunun ileri sürülmesi durumunda bu malların hacizden kurtarılması için açılan bir dava türü olarak karşımıza çıkmaktadır.[2]
Genel anlamda istihkak davası, “Taşınır veya taşınmaz bir mal üzerinde mülkiyet veya ayni bir hak iddiasını gerektiren dava” şeklinde tanımlanabilir. Hacizden doğan istihkak davaları ise “haczedilen bir malın üçüncü bir kişiye ait olduğu borçlu tarafından ileri sürülmesi veya bir üçüncü kişi bu iddiayı ileri sürdüğünde İİK’da görülen usul ve şartlar dâhilinde açılan dava” şeklinde tanımlanabilir.[3]
İstihkak davasında üçüncü bir kişinin haczedilen mal üzerinde istihkak iddia etmesiyle alacaklı ile istihkak iddiasında bulunan üçüncü kişinin menfaatleri çatışacaktır. İstihkak iddiası ile çatışan bu menfaatler ancak somut takip sonucunda aydınlatılacaktır. Bu anlamda taraflara düşen ispat yükü gerçeğin ortaya çıkması bakımından büyük önem arz etmektedir.[4]
B. İSTİHKAK DAVALARINDA İSPAT
- İSTİHKAK (AYNİ HAK) DAVASI
Mülkiyet hakkına sahip olan bir kimsenin, bu hakkın kendisine sağladığı hakları kullanabilmesi her şeyden önce mülkiyet hakkına konu olan mala zilyet olması gerekmektedir.[5] Eşya Hukukunda istihkak davası, doğrudan doğruya zilyet durumunda olmayan malikin malik olmayan zilyede karşı mülkiyet hakkına dayanarak açtığı ve haksız olarak ele geçirilen veya alıkonulan eşyanın geri verilmesini sağlama amacı güden ayni nitelikte bir eda davası olarak tanımlanmaktadır.[6] İstihkak davası TMK. md.683’de kısaca istihkak davasından söz edilmiş, ancak bunun dışında ayrıntılı bir düzenleme getirilmemiştir.[7] İlgili hükme göre; “Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzenin sınırları içinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.” Aynı maddenin ikinci fıkrasına göre, “Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebilir.”
İstihkak davası hem taşınır hem de taşınmaz mallar bakımından söz konusu olabilmektedir. İstihkak davasını açma hakkı, o malın malikine aittir.[8] Her malikin, mülkiyet hakkı son buluncaya kadar zilyetliğini kaybettiği malı için istihkak davası açmaya hakkı vardır.[9] İstihkak davasının açılmasındaki amaç, zilyetliğin asıl malike iadesi olduğu için istihkak davasının davalısı, davanın açıldığı tarihte dava konusu mala zilyet olan kişidir. Zilyetliğin asli ve ya feri nitelikte olması istihkak davası davalının durumu bakımından önem taşımaz.[10]
İstihkak davasında genel kural uyarınca ispat yükü davacının üzerindedir. İstihkak davası mülkiyet hakkına dayandığı için bu davada davacının ilk olarak ispat etmesi gereken husus dava konusu mal üzerinde mülkiyet hakkına sahip olduğudur. İstihkak davasının mülkiyet hakkına dayanması bu davanın en temel özelliğidir ve onu malın davacıya teslimini amaçlayan davalardan ayırmaktadır.
Davacının mülkiyet hakkını nasıl ispat edeceği hususu konusunda davaya konu olan malın menkul veya gayrimenkul olmasına göre bir ayrım yapılması gerekir. Dava konusunun menkul mal olması durumunda mülkiyet hakkının ispat edilmesindeki güçlük bu malın hangi hukuki sebebe dayanarak kazanıldığına göre değişiklik gösterir. Mülkiyet hakkını başka bir kimseden akdi bir ilişki ile devralmakla asli olarak (zamanaşımı, iyiniyet vb.) mülkiyet hakkının kazanılması arasında ispat bakımından farklılık vardır. Mülkiyet hakkı bir başka kimseden devralınarak kazanılmış ise, davacı devri gerçekleştiren kişinin iktisabının da geçerli olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu ispat yüküne Roma Hukukunda şeytani ispat yükü olarak adlandırılan “probatio diabolica” denilmektedir. Davacıya yüklenmiş olan bu ispat zorluğu sadece menkullerde ve başkasından devralınmak yoluyla mülkiyet hakkı edinmelerde söz konusu olur. Davacının bu ispat yükü, TMK’da yer alan mülkiyet karinelerine dayanabilmesi durumunda kolaylaşabilir. Davacı TMK md. 985 vd.’da menkuller hakkındaki zilyetlikten doğan mülkiyet karinesine dayanabiliyorsa mülkiyetin ispatı şart değildir. Gayrimenkuller bakımından ise asıl olan, davacının tapu sicilindeki kayda dayanarak mülkiyet hakkını kanıtlamasıdır. Davacı aynı zamanda tapu sicilindeki kayda rağmen asli iktisap yollarından biriyle mülkiyet hakkını kazandığını ispat edebilir. Davacı, TMK md.992’de gayrimenkuller bakımından mülkiyet karinesine dayanabilir. Kanunun yapmış olduğu düzenlemeye göre, gayrimenkuller bakımından davacının ispat yükü menkul mallarda olduğu kadar güç değildir.[11]
Davalı da buna karşılık olarak, davacının malik olmadığını ispat ederek malı iade etmekten kaçınabilir. Davacı davalının malik olmadığını veya kendisinin malın zilyedi olması konusunda geçerli hukuki sebepleri olduğunu ispatlayabilirse davanın reddedilmesini sağlayabilir. Örneğin, istihkak davasına konu olan mal üzerinde kişisel bir hakkı veya sınırlı ayni hakkı olduğunu ispatlarsa davacının istihkak iddiası dinlenmeyecektir.
Davacı müşterek mülkiyet ilişkisine dayanarak belirli bir payın maliki olduğunu iddia ediyorsa, bu payın varlık ve kapsamını ispat etmek zorundadır. Eğer davalı da müşterek malda paydaş olduğunu iddia ediyorsa aynı ispat yükü onun bakımından da geçerlidir. Paydaşlardan birinin üçüncü bir şahsa açmış oldukları istihkak davasında müşterek malın tamamının paydaşlara iadesini istiyorsa, davacı paydaş kendi malından başka diğer paydaşların da paylarını ispat etmelidir.[12]
- MİRAS HUKUKUNDAN KAYNAKLANAN İSTİHKAK DAVASI
Miras sebebiyle istihkak davası TMK 637. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Buna göre miras sebebiyle istihkak davası, mirasçıların miras bırakanın terekesine dahil haklarını elde etmelerini amaçlayan özel bir dava türüdür. Bu dava ile mirasçılar, terekeye dahil malları haksız zilyet olarak elinde bulunduran kişiye karşı harekete geçerek söz konusu malların tekrar terekeye dönmesini amaçlamaktadırlar.[13] Mirasçılık hakkını korumaya yönelik olan bu istihkak davası külli nitelikte bir davadır. Yani bu dava ile sadece terekeye dahil münferit malların değil, terekenin veya miras payının tamamının geri verilmesini istemek mümkündür.[14]
TMK md.637’ye göre, “Yasal veya atanmış mirasçı, terekeyi veya bazı tereke mallarını elinde bulunduran kimseye karşı mirasçılıktaki üstün hakkını ileri sürerek miras sebebiyle istihkak davası açabilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Buna göre, terekeye dahil bir malı haksız olarak elinde bulundurduğu iddia edilen üçüncü kişiye karşı mirasçılar iştirak halinde bu davayı açabilirler. Bu dava, terekeye dahil bir mala veya terekeye mirasçılık iddiası veya hiçbir sebep göstermeden fiilen zilyet olan kimseye karşı açılır. Buna karşılık eğer üçüncü kişi bu malı özel bir sebebe dayanarak elinde bulunduruyorsa bu kişiye karşı istihkak davası açmak faydalı olmaz.[15]
Miras sebebiyle istihkak davası iyiniyetli zilyede karşı, davacının kendisinin mirasçı olduğunu ve iyiniyetli zilyedin terekeyi elinde bulundurduğunu öğrendiği tarihten itibaren 1 yıl ve her halde miras bırakanın ölümünün veya vasiyetnamenin açılmasının üzerinden 10 yıl geçmekle zamanaşımına uğrar. İyi niyetli olmayanlara karşı zamanaşımı süresi ise 20 yıldır.(TBK md.639)
Miras sebebiyle istihkak davalarında davacının esas olarak üç temel noktayı ispatlaması gerekir. Söz konusu istihkak davalarında davacının ilk olarak ispat etmesi gereken husus, kendisinin mirasçı olduğudur. İkinci olarak, istihkak davasına konu teşkil eden malın terekeye dahil olduğunu ispat etmesi gerekir. Son olarak, davalının terekeye veya terekeye dahil olan bir mala zilyet olduğunu ispat etmesi gerekir. Buna karşılık, davalı terekeye veya tereye dahil bir mala özel bir hukuki sebebe dayanarak zilyet olduğunu iddia ederse bu özel sebebin varlığını kendisinin ispat etmesi gerekir.[16]
- HACİZDEN DOĞAN İSTİHKAK DAVALARI
3.1. HACİZLİ MALIN BORÇLUNUN ELİNDE BULUNMASI DURUMUNDA İSTİHKAK DAVASI
Borçlunun malları haczedilirken, üçüncü bir kişiye ait olan mallarla karşılaşılabilir. Haciz sırasında borçluya ait olduğu çekişmeli olan mallara istihkak iddia edilen mallar denilir. İstihkak iddia edilen bu malların hacizden kurtarılması için istihkak davası açılması gerekmektedir. İşbu dava üçüncü kişi lehine sonuçlanırsa, o mal üzerindeki haciz kalkar, alacaklı lehine sonuçlanırsa mal borçlunun sayılır ve alacaklı malın satılmasını ve satış bedelinden alacağının ödenmesini isteyebilir.[17]
İstihkak davalarının akıbeti tamamen ispat kurallarına bağlıdır. Bu nedenle istihkak davasında üçüncü kişi ile borçlu arasındaki ilişkiye tamamen yabancı olan alacaklı ispat bakımından korunmazsa, alacaklının borçlu ile üçüncü kişi arasındaki hileli davranışları ispatlaması imkânsız olur. Bu durumda da esas olarak üçüncü kişinin haklı menfaatini korumak amacıyla getirilmiş olan istihkak davası kötü niyetli borçlular tarafından alacaklılar tarafından mal kaçırma maksadıyla bir araç olarak kullanılabilmektedir.[18] Genellikle alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla yapılan bu hileli işlemlerin önüne geçmek maksadıyla kanun istihkak davası bakımından bazı özel ispat hükümleri öngörmüştür.[19]
İstihkak davalarındaki ispat yükü, borçlunun elinde haczedilen mallarla ilgili üçüncü kişi tarafından açılan istihkak davasında ispat yükü davayı açan üçüncü kişiye düşmektedir. Bu konuya ilişkin İİK. 97/a maddesi şu şekilde düzenlenmiştir: ”İstihkak davacısı malı ne surette iktisap ettiğini ve malın borçlunun elinde bulunmasını gerektiren hukuki ve fiili sebep ve olayları göstermek ve bunları ispat etmekle yükümlüdür.” Aynı şekilde İİK md.97/a,I hükmü de ispat yükünün davacıya ait olması gerektiğini ortaya koymuştur. Buna göre, ”Bir taşınır malı elinde bulunduran kimse onun maliki sayılır… Bu karinenin aksini ispat külfeti iddia eden kişiye düşer.” Dolayısıyla mal borçlunun elinde haczedildiği için bu malın mülkiyetinin ona ait olduğu bir karine olarak kabul edilecektir. Kanun burada bir adi kanuni karine meydana getirdiği için bunun aksini ispat etme yükü malın kendisine ait olduğunu iddia eden üçüncü kişiye ait olacaktır.[20]
3.2. KARİNELER
3.2.1. BİR TAŞINIR MALI ELİNDE BULUNDURAN KİMSE ONUN MALİKİ SAYILIR
İİK. 97. maddesinde düzenlendiği üzere, bir taşınır malı elinde bulunduran kimse onun maliki sayılır. Dolayısıyla kanun koyucu burada borçlunun elinde bulunan mallar bakımından borçlu lehine bir mülkiyet karinesi meydana getirmiştir. Kanunda belirtilen “elinde bulundurma” kavramı zilyetlikten daha geniş bir alanı kapsamaktadır. Burada elinde bulundurmaktan kastedilen, zilyetlikteki gibi bir irade unsurunu içermesine gerek olmaksızın, malın sadece borçlunun fiili hâkimiyetinde bulunmasının yeterli olacağıdır.
Taşınır mallarda zilyetlik mülkiyete karine teşkil etmektedir. Gerek Medeni Kanun’un zilyetliğe ilişkin hükümlerinde (TMK md.985) gerekse İİK’nın ilgili maddelerinde bu husus düzenlenmiştir. Dolayısıyla borçlunun elinde kendi malının haczedildiği iddia eden üçüncü kişinin açmış olduğu istihkak davasında ”haczedilmiş malı ne surette iktisap ettiğini” ve “haczedilmiş olan malın niçin üçüncü kişinin elinde bulunduğunu” ispatlaması gerekmektedir. Böylelikle borçlu lehine getirilmiş olan bu karinenin aksini ispat ederek malı hacizden kurtarabilir.[21]
3.2.2. BORÇLU İLE ÜÇÜNCÜ KİŞİLERİN TAŞINIR BİR MALI BİRLİKTE ELLERİNDE BULUNDURULMALARI HALİNDE MALIN BORÇLUNUN ELİNDE SAYILMASI
İİK’nın istihkak davaları için getirdiği ikinci karine, malın borçlu ile üçüncü kişinin birlikte elinde bulundurulması durumunda malın borçlunun elinde sayılmasıdır.[22] Burada da diğer karinede olduğu gibi borçlu lehine hareket edilmiştir. Borçlu ile üçüncü bir kişilerin bir taşınır malı birlikte ellerinde bulundurmaları durumunda bu mal borçlunun elinde sayılacağı karinesinden ötürü bunun aksini ispat yükü üçüncü kişiye ait olmaktadır. Dolayısıyla üçüncü kişi İİK md.97’deki iki hususu birlikte ispat ederek istihkak davasını kazanabilecektir. Örneğin, borçlu koca ile eşinin birlikte ikamet ettikleri bir evde bulunan mallar kocanın malı sayılarak haczedilmişse, bu malın kocasına değil kendisine ait olduğunu iddia ederek istihkak davası açan üçüncü kişi durumundaki eş, bu karinenin aksini ispatlamakla yükümlü olacaktır. Eş, malın kendi mülkiyetinde olduğunu ve hangi hukuki veya fiili sebeplerle kocanın elinde bulunduğunu ispatlamak durumundadır.[23]
3.2.3. BİRLİKTE OTURULAN YERLERDEKİ MALLARDAN MAHİYETLERİ İTİBARİYLE KADIN, ERKEK VE ÇOCUKLARINA AİT OLDUĞU AÇIKÇA ANLAŞILANLAR VEYA ÖRF VE ADET, SANAT, MESLEK VEYA MEŞGALE İCABI OLANLAR BUNLARIN SAYILMASI
Diğer karinelerin aksine, taşınır bir malı borçlu ile üçüncü kişinin birlikte elinde bulundurması halinde, bazı durumlarda üçüncü kişi lehine bir karineye yer verilmiştir. Kural olarak bir taşınır malı borçlu ile üçüncü kişi birlikte ellerinde bulunduruyorsa bu mal borçlunun elinde sayılır. Ancak kanun koyucu yaptığı bu düzenleme ile bir karineye başka bir karine getirmek suretiyle istisna getirmiştir.[24] Özünde bu düzenleme açılan istihkak davasında ispat yükünün kime ait olacağını belirlemeye yöneliktir.
Bu karinenin uygulanabilmesi için bazı ön şartların varlığı gerekir. Her şeyden önce istihkak davasına konu olan malın, üçüncü kişi ile borçlunun birlikte oturdukları yerdeki bir mala ilişkin olması gerekir.
Bu karinenin uygulanabilmesi için ikinci şart, birlikte oturulan yerdeki malların nitelikleri itibariyle kadın, erkek veya çocuğa ait olduğu açıkça anlaşılmalı ya da örf ve adet, sanat, meslek veya meşgale icabı bu kişilere ait sayılması gerekir.[25] Burada dikkat edilmesi gereken husus malın niteliğidir. Malın niteliği bakımından bu kişiye ait olduğu konusunda bir tereddüt yer almamalıdır. Eğer malın niteliğinden açıkça bu husus anlaşılamıyorsa bilirkişiye başvurulabilir.[26]
Nitelikleri itibariyle kadın, erkek veya çocuğa ait olduğu açıkça anlaşılan mallara örnek vermek gerekirse; birlikte yaşanılan evdeki kürk manto, küpe, kolye gibi ziynet eşyalarının kadına, av tüfeğinin erkeğe, bisiklet, oyuncakların ise çocuğa ait sayılacağı gösterilebilir.[27] Aynı şekilde örf, adet, sanat, meşgale gereği çeyizlerin, dikiş makinesinin kadına, evde bulunan piyanonun müzik öğretmeni olan eşe ait olduğu kabul edilir. Yargıtay, bu konuda “Evde haczedilen müzik aletinin, lisede müzik öğretmeni olan davacı kocaya ait olduğuna” karar vermiştir.[28] (Y. 21.HD.3.3.1999 tarihli kararı)
Bu karineyle beraber borçlunun mallarını başkalarına ait göstererek bunları hacizden kurtarabilmesi önlenerek alacaklının hakları korunmaya çalışılmıştır. Örneğin, borçlu dükkânındaki bütün malını karısının üzerinde göstererek mallarını hacizden kurtaramaz. Bu durumda haczedilen malların kendisine ait olduğunu iddia eden borçlunun eşinin, işbu karinenin aksini ispat etmek durumunda olacaktır.[29]
3.3. KARİNELERİN ÇÜRÜTÜLMESİ
Kanun koyucu, istihkak davasında davacının neleri ispat etmesi gerektiğini açıkça düzenlenmiştir. Buna göre, ”İstihkak davacısı malı ne surette iktisap ettiğini ve borçlunun elinde bulunmasını gerektiren hukuki ve fiili sebep ve hadiseleri göstermek ve bunları ispat etmekle mükelleftir.”
Davacının istihkak davasında ispat etmesi gereken ilk husus, davaya konu olan malı ne şekilde iktisap ettiğidir. Başka bir ifade ile davacı malın kendisine ait olduğunu iddia ediyor ise bu malı ne surette iktisap ettiğini ispat etmelidir. [30] Örneğin, malı satın almış ise satış sözleşmesini ve malı kimden satın aldığını ispatlamalıdır. Hatta bu durumda sadece malı satmış olduğunu ispat etmesi yeterli olmayıp malın satış bedelini ödediğini de ispat etmelidir. Çünkü borçlunun alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla mallarını satmaya ilişkin olarak üçüncü kişilerle muvazaalı işlem yapması mümkündür.[31]
Doktrinde, davacının malı hangi hukuki sebebe dayanarak iktisap ettiğini ispatlaması yeterli görülmemektedir. Bunun yanı sıra davacının ayrıca ekonomik olarak bu malı iktisap etme gücünün olduğunu da kanıtlaması gerektiği savunulmaktadır.[32] Yargıtay da bir kararında; “borçlunun hacizli taşınırlarını daha önce borçludan ya da üçüncü kişiden satın aldığını ileri süren kimsenin gelir ve kazancının bulunmaması, ev kadını olması, bir işte çalışmaması vb. nedenlerle bunları alabilecek ekonomik güçte olduğunu kanıtlayamaması halinde, İİK 97/a da öngörülen ve borçlu yararına olan mülkiyet karinesinin aksini kanıtlamamış sayılacağı ve mülkiyetin alıcıya geçmemiş sayılacağını” belirtmiştir. (Yargıtay 21. HD. 18.10.2004 T. 8941/8532; 27.9.2004 T. 6828/7627; 7.10.2003 T. 6359/7672)[33]
3.4. HACİZLİ MALIN ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN ELİNDE OLMASI HALİNDE İSTİHKAK DAVASINDA İSPAT
İİK md. 99 uyarınca alacaklının borçluya ait olduğunu iddia ettiği haczedilen şey borçlunun elinde olmayıp da üzerinde mülkiyet veya diğer bir ayni hak iddia eden üçüncü kişi elinde bulunursa, bu üçüncü kişi yedieminliği kabul ettiği sürece mal muhafaza altına alınmaz. Örnek vermek gerekirse, borçlunun olduğu ileri sürülen bir dükkana haciz için gidildiğinde, borçluyla ilgisi olmayan bir üçüncü kişinin bulunması halinde, alacaklı da bu dükkanın ve içindeki eşyanın aslında üçüncü kişiye değil, borçluya ait olduğunu ileri süre sürerse, üçüncü kişinin dükkandaki malların kendisine ait olduğunu beyan etmesi durumunda, dükkandaki mallar haczedilebilir fakat üçüncü kişi, yedieminliği kabul ettiği takdirde bu malları elinden alamaz.[34]
Malın üçüncü kişinin elinde haczedilmesi durumunda açılacak istihkak davasında ispat bakımından İİK md.99’ da herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Dolayısıyla bu davada uygulanacak ispat kurallarını md.97/a hükmüne bakarak belirlemek gerekir. Her şeyden önce, mal üçüncü kişinin elinde haczedildiğinden üçüncü kişi mülkiyet karinesine dayanacak ve mal üçüncü kişinin mülkiyetinde sayılacaktır. Böylece malın üçüncü kişiye ait olmadığını ispat yükü davacının üzerinde olacaktır. Yani buradaki mülkiyet karinesi, hacizli malı elinde bulunduran üçüncü kişiye aittir.[35]
Yargıtay’ın bu konudaki bir kararı şu yöndedir: ”Dava konusu eşyalar 8.2.1001 tarihinde, davacı üçüncü kişinin ikametgah adresinde ve davacının huzurunda haczedilmiştir. Dava dayanağı kredi sözleşmelerinde haciz adresi gösterilmemiştir. Mülkiyet karinesi davacı üçüncü kişi yararına olup, aksi davalı alacaklı tarafından kesin ve inandırıcı delillerle kanıtlanamadığından haczedilen eşyalar davacı üçüncü kişinin sayılır. Haciz mahalinde bulunan telefon faturası tek başına borçlunun devamlı olarak bu adreste kaldığını gösterir nitelikte bir belge değildir. Bu durumda davanın kabulü gerekirken, yanlış değerlendirme sonucu reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” (Y. 21. HD. 3.10.200- 6794-8055)[36]
Burada üzerinde durulması bir başka husus, ispat yükü kendisine düşen alacaklının neyi ispat etmesi gerektiğidir. Bir başka deyişle alacaklının İİK md.97/a’daki gibi alacaklının malın borçluya ait olduğuyla birlikte malın üçüncü kişinin elinde bulunmasını gerektiren hukuki ve fiili sebepleri de ispat edip etmeyeceği önem arz etmektedir.
3.5. BORÇLU İLE ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN MALI BİRLİKTE ELDE BULUNDURMALARI DURUMUNDA İSPAT
Borçlu ile üçüncü kişinin taşınır bir malı birlikte elde bulundurmaları halinde dahi mal borçlunun elinde sayılır.(İİK. m.97/a.1, c.2) Bu halde de istihkak davasını açma yükü borçlu ile birlikte malı elinde bulunduran üçüncü kişiye düşer. Üçüncü açacağı istihkak davasında m.97/a.1 deki karine gereğince malın maliki sayılan borçlunun malik olmadığını, bilakis malın kendisine ait olduğunu ispat etmek zorundadır. Bu ispatta yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere m.97/a.2’ye göre olur.[37]
SONUÇ
İstihkak davası, genel olarak taşınır veya taşınmaz bir mal üzerinde mülkiyet hakkına dayanan dava olarak tanımlanabilir. İstihkak davası esas itibariyle TMK’nın 683. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, malik malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabilir. Adi istihkak davası olarak da adlandırılan bu hükmün dışında çeşitli kanunlarda istihkak davası ayrı olarak düzenleme alanı bulmuştur. Bu anlamda yine Medeni Kanunun Miras Hukuku başlığı altında Miras Sebebiyle İstihkak Davaları düzenlenmiş, bunun dışında AATHK md.66 vd. maddelerinde istihkak davalarına yer verilmiştir. Ayrıca esas olarak istihkak davaları, İİK’da ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir.
İstihkak davasının menfaatler dengesine en uygun ve adil bir şekilde sonuçlandırılabilmesi bu dava bakımından öngörülen ispat kurallarıyla yakından ilgilidir. Özellikle hacizden doğan istihkak davasında iki farklı çıkar birbiriyle çatışmaktadır. Bir tarafta alacaklının herhangi bir borç ilişkisinde kaynaklanan “alacak hakkı” varken diğer tarafta haczedilen malda istihkak iddiasında bulunan üçüncü kişinin “mülkiyet hakkı” söz konusudur. Bu anlamda gerçeğin ortaya çıkabilmesi için taraflara düşen ispat yükü büyük önem arz etmektedir.
İstihkak davasının bu önemi göz önüne alınarak İİK’da bazı özel ispat hükümleri öngörmüştür. Kanun koyucu bu konuyla ilgili çeşitli karineler düzenlemiş, daha sonra bu karinelerin ne şekilde çürütülmesi gerektiğini açıklamıştır. İstihkak davacısı malı ne surette iktisap ettiğini ve malın borçlunun elinde bulunmasını gerektiren hukuki ve fiili sebep ve hadiseleri göstermek ve bunları ispat etmekle yükümlüdür.
Hacizli malın üçüncü kişinin elinde bulunması ihtimalini düzenleyen İİK md.99 ispata ilişkin herhangi bir özel düzenleme içermemiştir. Bu nedenle genel kural uyarınca mal üçüncü kişinin elinde haczedileceğinden ötürü mülkiyet karinesi üçüncü kişinin lehine olduğundan ispat yükü davalı alacaklının üzerinde olacaktır.
[1] BAĞDATLI, Selehattin, Hukuk Sözlüğü, Derin Yayınları, İstanbul, 2010, s.300.
[2] KURU, Baki – Arslan, Ramazan – Yılmaz, Ejder, İcra ve İflas Hukuku, 27. Baskı, Ankara, Yetkin Yayınları, 2013, s.287.
[3] KUDRET Aslan, ‘’Hacizde İstihkak Davası’’, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara, 2005, s.20.
[4] KUDRET Aslan, a.g.e. s.22.
[5] BERTAN, Suad, Ayni Haklar, C.1, Ankara, 1976, s.286.
[6] HATEMİ, Hüseyin – SEROZAN, Rona – ARAPÇI, Abdülkadir, Eşya Hukuku, İstanbul, Filiz Kitapevi, 1991, s.284.
[7] UYAR, Talih, İcra Hukukunda İstihkak Davaları, Manisa, Şafak Basım Yayınevi, s.33.
[8] ERTAŞ, Şeref, Eşya Hukuku, 10. Baskı, İzmir, Barış Yayınları, Kasım 2012, s.68.
[9] BERTAN, a.g.e., s. 288.
[10] BERTAN, a.g.e., s. 292.
[11] BERTAN, a.g.e., s.295.
[12] CEYLAN, Seldağ Güneş ‘’Roma Hukukundan Günümüze İstihkak Davası’’ (Reı Vındıcatıo), Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi, s.11.
[13] DURAL, Mustafa, Miras Hukuku Ders Notu Niteliğinde El Kitabı, Ar Basım Yayın, Mayıs 1983, s.203.
[14] DURAL, a.g.e., s.203.
[15] DURAL, a.g.e., s.204.
[16] DURAL, a.g.e., s.205.
[17] KURU-ARSLAN-YILMAZ, a.g.e., .s.287.
[18] KURU-ARSLAN-YILMAZ, a.g.e., s.292.
[19] KURU-ARSLAN-YILMAZ, a.g.e., s.293.
[20] ASLAN, a.g.e., s.402.
[21] UYAR, Talih ‘’istihkak Davalarında Kanıtlar’’, İstanbul Barosu Dergisi, C.80, Sayı 2, 2006, s.493.
[22] UYAR, a.g.m. s.500.
[23] ASLAN, a.g.e., s.413.
[24] ASLAN, a.g.e., s.413.
[25] ASLAN, a.g.e., s.415.
[26] UYAR, a.g.m. s.501.
[27] KURU-ARSLAN-YILMAZ, a.g.e., s.293.
[28] UYAR, a.g.m. s.501.
[29] KURU-ARSLAN-YILMAZ, a.g.e., s.293.
[30] ASLAN, a.g.e., s.422.
[31] ASLAN, a.g.e., s.424.
[32] UYAR, a.g.m. s.491.
[33] UYAR, a.g.m. s.492.
[34] KURU-ARSLAN-YILMAZ, a.g.e., s.296.
[35] UYAR, a.g.m., s.511.
[36] KAÇAK, a.g.e., s.485.
[37] KURU-ARSLAN-YILMAZ, a.g.e., s.298.
[38] Baki Kuru- Ramazan Arslan-Ejder Yılmaz, Medeni Usul Hukuku,23. Baskı, Ankara, Yetkin Yayınları, 2012, s.357.
[39] M.Kamil Yıldırım, İlkeler Işığı Altında Medeni Yargılama Hukuku, 7. Baskı, İstanbul, Beta Yayınevi, 2012, s.112.
[40] Kuru-Arslan-Yılmaz, Medeni Usul…, a.g.e., s.360.
[41] Kuru-Arslan-Yılmaz, Medeni Usul…, a.g.e., s.361.